4 Kasım 2025 16:07
- REKLAM -

İlgili Haberler

Prof. Dr. Akarlı: “İktidar sınırsız güç demek değildir”

Prof. Dr. Engin Deniz Akarlı, ne günümüzde ne de geçmişte iktidarın sınırsız güç anlamını içermediğini belirtti.

Boğaziçi Üniversitesi Rektörlüğü ev sahipliğinde, Boğaziçi Üniversitesi’nin kurucu rektörü Aptullah Kuran anısına her yıl nisan ayında düzenlenen “Aptullah Kuran Anma Konferansı” bu yıl pandemi nedeniyle ertelenerek 3 Aralık Perşembe günü Zoom platformu üzerinden çevrimiçi gerçekleştirildi. Konferansın 16. konuğu, 1983 yılına kadar Boğaziçi Üniversitesi’nin akademik kadrosunda görev alan ve Tarih Bölümü’nün kuruluşunda rol oynayan Prof. Dr. Engin Deniz Akarlı oldu.

“İktidarın Sınırları: Osmanlı Tarihinden ve Tarihçiliğinden İzlenimler” başlıklı konuşmadan satır başları şöyle:

“1974 yılında Boğaziçi Üniversitesi yayını olarak çıkan Political Participation in Turkey kitabım için yaptığım araştırmalar beni Osmanlı Devleti’nin kendine göre oldukça esaslı bir hukuk geleneği olduğunu ve bunun kaba kuvvete karşı bir fren teşkil ettiğini düşünmeye sevk etmiştir. 1980 Darbesi’nden sonra hukukun bu topraklarda nasıl anlaşıldığını, geçmişte nasıl işlediğini ve kuvvet kullanımın ne ölçüde sınırlandırıldığını irdelemeye ve anlatmaya giriştim.

“Osmanlı düzeninde iktidarı sınırlayan üç unsur vardı”

Ben bu konuşmada muktedirlerin iktidar araçlarını kullanmada ne gibi ölçüleri olduğundan bahsedeceğim. Başta sultan olmak üzere, iktidar sahibi olanlar “şark despotizmi” nitelemesini haklı gösterecek şekilde sınırsız bir güce sahip miydiler? Rastgele ve ölçüsüzce istediklerini yapabilir miydiler? Kararların verilmesinin ve gücün kullanımını belli usul ve ölçülere bağlayan teamüller, süreçler, değerler ve dolayısıyla sınırlar yok muydu? Birinci sorunun cevabı basit: Hayır. En kudretli Osmanlı sultanı bile her istediğini yapamazdı. Ne geçmişte ne günümüzde iktidar sınırsız güç demek değildir. İktidar, gücün meşru kullanımıdır. Gücün meşruiyete dayanmadan kaba şekilde kullanılması iktidar değildir. Klasik Osmanlı düzeninde iktidarın meşruiyetini sağlayan üç değere ve kuruma dikkat çekmek istiyorum. Birincisi iyi bir yönetimin nasıl olması gerektiğini belirten değerler. İkincisi süreklilik ve meşruiyeti sağlayan bir hukuk sistemi. Üçüncüsü de bürokratik-idari teşkilat.

“Zayıfın korunması, iktidarın meşruiyetinin temel şartıydı”

Öncelikle zayıfın korunması, iktidarın meşruiyetinin temel şartıydı. Osmanlı’da iyi yönetimin nasıl olması gerektiğine dair değerler, somutlaştırılarak en temel ve vazgeçilmez haklar şeklinde bir listeyle ifade edilmişti. Bunlar şöyle sıralanabilir: dinin korunması, nefsin korunması, malın korunması, neslin korunması, aklın korunması ve ırzın korunması. İktidar sahiplerine sık sık yönettiği insanların bu haklarını korumak zorunda oldukları hatırlatılıyordu. Bu kavramların nasıl yaygınlaştığını ve topluma nüfuz ederek yöneticilerin toplumla ilişkilerinde bir dayanak ve referans olduğunu açıklamak da tarihçinin görevidir. 

İktidarı sınırlayan ikinci unsura yani hukuka bakarsak, kanunların ve sair iradelerin sultanların keyfince ortaya çıkan beyanlar olmadığını vurgulamak gerekir. Hukuk süreçlerine göre, bir kanun hangi zümrelere uygulanacaksa o kesimin görüşleri dikkate alınarak hesaplanıyordu. Şeriata uygunluk ve fıkıh bilenlerin gözetimi aranıyordu. Çeşitli topluluk ve yönetenlerin yazılı ve yazılı olamayan örfleri de hukuk kaynağı olarak değerlendiriliyordu. Hukukla ilgili prensiplerin ve esasların yaygınlaşmasının yollarına değinecek olursak mahkemeler ve mahkemelerin izlediği duruşma süreç ve usullerine değinmemiz gerekir. Mahkemelerde ilgili tarafların uzlaştırılmasıyla sorunları çözerek toplum için sulhu korumak, Osmanlı düzeninin belirgin bir özelliğiydi.

İktidarın sınırlılığının bir diğer kaynağı bürokratik-idari teşkilatlardır. Devletin oluşum esnasında zamanla ortaya çıkan ve hukuk teşkilatını ayakta tutmaya yarayan ilmiye kolu, devletin diğer kolları karşısında bir denge unsuru olmuştur. Hukuk teşkilatının üç önemli kanadı; kadılar, müftüler ve müderrislerdir. Hepsi devlet memuru sayabileceğimiz statüdeydiler. Pek çok tarihçi, kadıların yargı işlevinin yanı sıra idari vazifelerinin olduğunu söyler. Dikkatli bakılırsa kadıların yargı dışındaki önemli işlerinin büyük ölçüde denetleme ve teftiş olduğu görülecektir. Kadılar ve müftüler arasındaki işlev farkı da sistem içindeki dengelerin mantığı hakkında bize bir şeyler söyleyebilir. Devletle alakalı olmayan icazetli ilim erbabı arasında en önemli müftüleri bile sorgulayabilecek olanlar ise az değildir. Ulema ve fakihler, bizim tarihçilerin radarına kolay kolay girmiyorlar. Tarihçilerimizi etkileyen bu zaafa ya da perspektif darlığına devletperestlik desek yeridir.

“Gerçek hayatta hukuk sisteminin bu kadar iyi işlemediğini biliyoruz”

Hukuk başlığı altında iyimser tablo çizdiğimiz düşünülebilir gerçek hayatta sistemin bu kadar iyi işlemediğini biliyoruz. Osmanlı arşivlerinde bazen sistemin büsbütün çözüldüğünü gösteren şikâyet dilekçeleri ve teftiş raporları mevcuttur. Fakat dikkatimizi aksaklıklara ve siyasete yoğunlaştırırsak o zaman sınırsız, kaba güç normmuş gibi gözükür ve Osmanlı hakimiyetinin niçin uzun sürdüğünü açıklamakta aciz kalırız.  

Tanzimat öncesi dönemde “siyaset” dediğimizde mevzuatta karşılığı olmayan veya ölçüleri aşan şiddette cezalardan bahsediyoruz. Siyaset; esasen idari, askeri teşkilatın içinde disiplini sağlamak için kullanılan ve ordu içinde kökleri olduğu anlaşılan başta ölüm olmak üzere ağır cezaları içeriyordu. Müsadere de bir siyasettir. Yüksek mevkilere çıkan bir kimse öldüğünde bütün servetinin değeri tespit ediliyordu, haksız kazanç sağladığı ortaya çıkarsa buna el konuyordu. 2. Mahmut döneminde özellikle müsadere uygulanması yaygınlaştı. Zulme karşı tedbir olarak düşünülen müsaderenin, kendisi zulüm haline geldi desek yeridir. 18. yüzyıl ve 19. yüzyılda artık Osmanlı hukuk sisteminin yeni şartlara uyum sağlamakta zorlandığını biliyoruz. Bu dönemde sık sık beka namına hukuk dışı müdahaleler yapılıyor; özel yetkili mahkemeler kurulup siyasete girilmesi, işleri karıştırmaya devam ediyordu.  

Kısacası iktidarın sınırlarının nasıl olduğunu ve zaman içinde nasıl dağıldıklarını incelemek zahmetli iş. Eskiden yeniye geçişleri ve zaman içindeki değişimleri daha iyi anlayabilmek için merak uyandırmak istedim. Kaba kuvvete dayalı iktidarlar, gemilerini lafla yürütüp lafların altını doldurmayan iktidarlar uzun sürmez. 600 yıl hiç sürmez.”

Prof. Dr. Engin Deniz Akarlı hakkında…   
Prof. Engin Deniz Akarlı Osmanlı tarihi alanında özgün ve belirleyici çalışmalar yapmış, dünya çapında saygınlığı olan isimler arasında yer alıyor. 1976 yılında Princeton Üniversitesi’nden doktora derecesini aldıktan sonra 1983 yılına kadar Boğaziçi Üniversitesi akademik kadrosunda görev almış, Tarih Bölümü’nün kuruluşunda hayati katkısı olmuş bir bilim insanı. Daha sonra Brown Üniversitesi Tarih ve Orta Doğu Tarihi programlarında görev almış, 2012 yılında bu kurumdan emeritus unvanını almıştır.
Prof. Akarlı Orta Doğu ve dünya iktisat tarihi, siyasi tarih ve hukuk konularında çalışmış, The Long Peace: Ottoman Lebanon,1961­-1920 (Berkeley, 1993) gibi Suriye ve Lübnan coğrafyasına yoğunlaştığı çalışmalarla Osmanlı tarihi alanında çığır açıcı bir isim olmuştur.

Kaynak: BOUN

Son Haberler